• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Giza Piramitleri
    • Mısır
    • Machupicchu
    • Peru
    • Perito Moreno Buzulu - Patagonya
    • Arjantin
    • Taman Negara
    • Malezya
    • Amazonlar
    • Güney Amerika
    • Kukulkan Piramidi
    • Meksika
    • Java Adası
    • Endonezya
    • Mui Ne
    • Vietnam
    • Annapurna Ana Kamp
    • Himalayalar, Nepal
    • Ha Long Bay
    • Vietnam
    • Uyuni Tuz Çölü
    • Bolivya
    • Batu Cave
    • Malezya
    • Boracay
    • Filipinler Boracay
    • Sky Mirror
    • Malezya



İnsan kısa sürede neleri keşfedebilir? Yol aldıkça kendini, kültürünü, unuttuklarını,

belki de sadece
keşfetmenin hazzını...


Eğer kendini arıyorsan yönünü dağlara çevir, dağlarda gözlerini kapat, kulaklarınla
gör. Ağaçların fısıltılarını, böceklerin seslerini dinle. Binlerce yıllık uygarlıkların izini sür.
Keşif yolculuğu için yoldan çıkmaya hazır ol!
 Melih Eriş

.................................................
GEZİ YAZILARIM
MELİH ERİŞ REHBERLİĞİNDE GEZİLER
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam65
Toplam Ziyaret345130

BATI -EGE - 1

BATI EGE - 1

Daha önceki serüvenim Batı Akdeniz ve Güney Ege’nin bilinmeyen yönleri ile gezmiş olduğum yöreleri tekrar farklı rotalarda buluşmak üzere noktalamıştım. Bu yazı dizimi de sizlere bu sayfalarda paylaştım.

O zamanki yolculuğumun son durağı İasos (Kıyıkışlacık köyü-Milas) dU. Birkaç ay aradan sonra tekrar yola koyularak bu seferde rotamı biraz iç ve batı Ege’ye biraz da kuzey Ege’ye çevirerek devam ediyorum Başlangıç noktam Bafa Gölü ve antik Heraklia kenti. Yazın yorgunluğunu birazda sıcakların geçmesini bekledikten sonra yollara koyuldum.

Bafa Gölü-Heraklia, Muğla’nın Milas ilçesi sınırları içerisinde yer alan Bafa Gölü, şimdiki Söke ovası 2000 yıl kadar önce denizdi, burada büyük bir körfez vardı. Büyük Menderes Irmağı'nın getirdiği alüvyonlar körfezi doldurdu ve ova haline getirdi. Bugünkü Bafa Gölü denizden bir parça olarak arada kaldı. Gölün üzerinde iki ada bulunuyor. İkiz adalardan biri aslında tam ada değil, bir kumulla karaya bağlı.

Bafa Gölü’nde kefal, levrek, yılan balığı tutuluyor. Eskiden çok sazan tutulurmuş, fakat gölün suyu tuzlandığı için artık sazan kalmamış. Gölde gezmek isterseniz dolmuş usulü motorlara binebilirsiniz. Adalar, Heraklia antik kenti geziliyor. Göldeki adalarda manastırlar,kiliseler kurulmuş. Bunlardan “Yediler Manastırı” en eskisi. Gölün çevresi zeytinliklerle çevrili. Kıyıdaki lokantalarda da bütün yemekler zeytinyağı ile yapılıyor.

Bafa Gölü'nü bilmeyen duymayan az kalmıştır. Hele ki son dönemlerde Bafa Gölü ile ilgili gazetelerde çıkan boy boy yazılar burayı iyice hafızalara kazımıştır.Göl kurumaya başladı, içindeki canlı soyu tehlikede, atıklar göle karışmaya başladı diye yazılıyordu. Bende düştüm yollara ve serüvenime buradan başlamak istedim.

Bir cumartesi günü Bafa Gölü'ne doğru İzmir’den yola çıktım. O gece göl kenarında kamp yapmayı planlamıştım. Hava kararmaya yakın Kapıkırı (Heraklia) levhasından saptım. Buraya Söke-Bodrum karayolunu takip ederek Bafa Gölü'nün bittiği noktada Heraklia tabelasından saparak yaklaşık 10 km kadar dar ve asfalt bir yoldan gölün karşı kıyısına ulaşabilirsiniz. Heraklia’ya ulaştığımda güneş gölün üzerinden son renklerini sunmaya başlamıştı bile. Kendime göl kenarında ağaçlarla ve çimle örtülü bir alan bulup çadırımı kuruverdim. O akşam gözüme hoş elen bir restorana dalıp karnımı doyurmak istedim. Tamamen gurme çalışan bir mutfak. Orhan’ın yeri. Eski muhtarmış kendisi, sohbeti de hoş, saatler ilerledikçe Ankaralı bir gezginde katılıyor bana ve saat ikiyi gösterdiğinde sadece ikimiz kalmıştık sohbete devam eden. Hoş bir geceydi.

Sabah gün doğumu için göl kenarında indiğimde güneş henüz ışıklarını Bafa Gölü üzerine bırakmaya başlamıştı. Bugün sabah, organik ürünlerin içerdiği kahvaltı sonrası antik kenti gezmeye başladım. 

Bugünkü adı Kapıkırı olan Heraklia yeni yerleşimle iç içe geçmiş durumda. Surların içine yerleşmiş yöre halkı ve kendilerini hiç eski bağlarından koparmamışlar. Yaşlıca bir kadın yanıma yaklaşıyor “buraları anlatayım mı size” diyor.Herkese bunu yaptığı belli peşine takılıyorum ve o günlerdeki gibi yaşatıyor bana Heraklia’yı. M.Ö. 350'de Karya kralı Mausolos'un emriyle kurulmuş bir liman şehridir. Latmos körfezi'ne (bugünkü bafa gölü) adını veren Latmos şehrindeki insanlar buraya zorla yerleştirilmiş. bu insanların en önemli geçim kaynağı kendi ocaklarından çıkardıkları mermeri Miletos ve Didyma'ya satmakmış ancak büyük Menderes Irmağı'nın getirdiği alüvyonların körfezin ağzını kapatması nedeniyle Heraklia önemini yitirmiş. bugüne kalanlarsa, oldukça iyi korunmuş Athena Tapınağı ve Helen dönemi'nde yapılan uzun şehir surları

Tarihte Kayra uygarlığı hakim olmuş bu bölgede. Patika yollardan oluşan yürüyüş yolları yapılmış ve yüksek tepelere doğru tırmanıyorsunuz.Buralarda kayaların içinde mağaralar bulunmakta ve çok eski zamanlardan kalma yaşam belirtilerine rastlıyorum. Mağara duvarlarına çizilmiş bir çok hayvan şekilleri ve el izleri. Yaklaşık 2.5 saatlik bir tırmanıştan sonra buraya ulaşabiliyorsunuz.Tavsiye ederim bu doğal güzellikleri görmenizi Sonunda köylüler şikayetçiydi Bafa Gölü'nün kirlenmesinden şikayetçiler.

Antik Didim (Didyma-Milet-Priene: Rotayı Didim’e doğru yöneltim. Bafa Gölü'nden  yaklaşık 50 km. Yıllardır buralardan geçmemiştim ve son durumu ne haldeydi, o meşhur  Altınkum plajı halen altın sarısı kumlarını ışıldatmakta mıydı?

Tabi ki hayır! Her yer insan yığını ve apartman mezarlığına dönmüştü. Ufacık bildiğim Didim’de bir çok alışveriş merkezi açıldığını gördüm. Burası da şeklini değiştirmiş anlaşılan, üzülerek hemen çıktım buradan.

Didyma Apollo Tapınağı, Didim merkezine 10 km mesafede. Halen ziyaretçisi olması sevindirici bir görünüm sergiliyor, içime su serpiliyor. Halen korunmakta en azından. Biraz eski günleri yad ederek dolaştım. Buraların tarihsel anlatımlarına girmeden geçiyorum. Şu an da bile ziyarete açık olması hayret verici bence, sanki sütunlar, heykeller dokunsanız üzerinize düşecekmiş gibi geliyor. Aman dikkat!

Miletos (Milet): 12 km sonra büyük bir devin önündeyim.Geniş bir alana yayılmış ve halen bir kısmı da gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor sanki! Halbuki, Milete daha önceleri de gelmiştim ve yıllardır kazı çalışmaları devam ettiğini biliyordum. Ama artık sponsorluk sıkıntısı yüzünden bu devi ayağa kaldıramamışlar. Yazın ziyaret ediyorsanız gündüz sıcağında gezmemenizi öneririm. En az 2 saat ayırmanız gerekir.

Priene'YE, Milet'ten yola çıktıktan sonra mısır ve buğday tarlalarının arasından geçen yolla ulaşabiliyoruz bu antik kente. Yaklaşık 17 km düzgün bir asfalt yoldan gidiyoruz, dağ eteklerine kurulmuş bu antik kente. Söke ovasını tepeden gören dik bir yamaca kurulmuş Priene. Zamanında bir çok güzelliklerin yaşandığı belli oluyor bu topraklarda. Tiyatrosu, sütunlu çarşısı hamamları halen dimdik ayakta, ziyaretçilerini bekliyor. Görülmeye değer bir yer.

Doğanbey Köyü: çok uzun zaman olmuştu, Söke ovasını ziyaret etmeyeli, buralardan geçmeyeli. Değişen bir şey olmadığını gözlemlemek beni sevindirmişti. Priene’den çıktıktan sonra bir sarı levha dikkatimi çekti. Doğanbey yazıyordu. Böyle bir yer duymamıştım ve görmemiştim. Hemen yönümü deniz tarafına doğru çevirip yol almaya başladım. 12 km deniz tarafına doğru yol aldıktan ve Doğanbey levhasından sonra da 2 km daha içeriye doğru giderek köye ulaştım. Gördüğüm manzara beni büyülemişti. Eski Rum köyü olan Doğanbey birkaç yıl öncesinde sanatçılar ünlüler ve sosyete tarafından keşfedilmiş. Evler bir bir restore edilerek yerleşilmiş. Dışarıdan gelen sakinlerin gezebilmeleri için bazı yollar oluşturulmuş ve sessiz olmanız istenmekte. Bu köyde tamamen sessizlik hakim.Bende bu sessizliğe ayak uydurarak yeniden restore edilmiş bu köyü geziyorum. Hafızama yeni bir yeri daha görüp kaydetmenin mutluluğu ile ayrıldım.

Azap Gölü - Myus Antik Kenti

Hava kararmaya başlamıştı kamp yapacak bir yer bulmalıydım. Doğanbey’den Söke asfaltına çıktıktan sonra aklıma geldi, bu yakınlarda bir göl daha olmalıydı. Heraklia’da Orhan’ın yerinde yemek yerken duvarda asılı olan haritalara gözüm bir ara ilişmişti. Baktığımda Bafa Gölü'nün etrafında bir çok göl daha olduğunu fark ettim. Bir sonraki geziye bırakarak hafızama kaydetmiştim. Şimdi fırsattı, görmediğim ve bilmediğim bir yere doğru yol almaya başladım. Söke’den Bodrum yolunu takip ederek yaklaşık 20 km sonra Myus antik kenti tabelasından sola doğru sapıyorum. Hava karardı, nereye gittiğim konusunda hiçbir fikrim yok. Yolda Myus tabelasını takip ederek ilerliyorum. Yolda gördüğüm birine buralarda bir göl var mı diye sordum. Tarif etti, Myus levhasını da geçtim artık aracın ışıkları bir anda sol tarafımda bir göl olduğunun ilk işaretlerini verdiğinde yolun göl kenarından yüksek olduğunu fark ettim.

İlerlemeye başladım ve ilk gördüğüm toprak yoldan indim ve gölün kenarına ve kampımı kurdum. Sabah nasıl bir manzara bekliyordu bizi hiçbir fikrim yoktu. Sabah etrafta duyduğum çatırtı sesleri ile uyandım ve dışarı attım kendimi. Baktığımda birkaç balıkçı gün  ağarmadan gelmişler bile. Ben onlara onlar da bana meraklı gözlerle bakıyorduk. Sonra bir günaydın, merakımı gidermeme yetti. Kendilerine yol açmak için kamışları yakıyorlarmış. Balıkların rahat gezinmelerini sağlamak içinde yakarlarmış kamışları. Her zaman olduğu gibi köylülerden çevre ile bilgileri almaya başladım. Balıkçılıkla ve tarımla geçiniyor yöre halkı, ama şikayetleri de yok değil. İlginç bir hikaye anlatıyorlar. Sizinle paylaşmak istiyorum:

Bir aralar buralarda yırtıcı bir akvaryum balığı yetiştirmek için çalışmalar yapılmış fakat balığın bir türlü verimi sağlanamamış ve bu projeden vazgeçmişler. Eldeki balıkları da Menderes nehrine atmışlar. Yağmurlar zamanı gelince nehrin suları yükselip göle doğru akmaya başlamış, bu balıklarda göle taşınmış ve gölün içindeki diğer yaşayan balıkları parçalamaya başlamış. Şimdilerde uğraş veriyorlar hem bu zararlıları yok etmeye hem de yaşayan tatlı su balıklarını yaşatmaya ve üremelerini sağlamaya. Moralleri bozuk hiçbir yardım alamamışlar bu konuda ve geçim kaynakları ellerinden alınmış gibiler.

Myus antik kenti tabelasının birkaç yıl önce konduğunu söylüyorlar ve turistler gelmeye başlamış bile. Bir de gölün arka yamacındaki dağları gösterip Karya medeniyetinden kalma kaya mezarlarını gösteriyorlar. Gölün bittiği karşı yamaçlarda da (Beşparmak dağları-Latmos) büyük bir antik kentten bahsettiler. Araçla ancak dağ eteklerine kadar gidilebildiği ve daha sonra dar bir patika yol ile yaklaşık iki saatlik bir yürüyüşle buraya ulaşabileceğimi bahsettiler. Şimdi bu bilgiler enteresan gelmişti fakat bir sonraki seyahatime bırakarak hafızaya kaydettim. Kaya mezarlarını dağa doğru tırmanıp, gezdim.

Myus'a doğru yol almaya başladım. Pamuk tarlalarının arasından yolumuza devam ediyorum. Sonunda Myus yol sapağını görüp dalıyorum.300 m. yazıyor tabela fakat en az 3-4 km yol alıyorum burayı bulabilmek için. Sonunda bir tepenin üzerine kurulmuş olan Myus antik kentine varıyorum. Çok fazla bir şey kalmamış ama görülebilir. En azından Azap Gölü ve Myus bir gezi programı olabilir.

Toprak yolları seçerek karayoluna ulaşmaya çalışıyorum. Tarlalarda çalışan köylülerin şaşkın bakışları arasında yolumuzu buluyorum. Söke asfaltına çıktım sonunda. Gün bitmek üzere Kuşadası’na doğru yöneliyorum. Annemi ziyaret edip o gece orada konaklamayı planladım.

Pamucak Sahili-Selçuk (Artemis Tapınağı/St.Juan/Selçuk Kalesi-İshak Bey Camii)-Şirince

Pamucak, Selçuk-Kuşadası karayolunun 8. km'sinde.  İzmir'e uzaklığı 82, Kuşadası’na 15 km mesafede. Selçuk yönüne doğru yol alırken, görebileceğiniz bir  kumsal şeridi. Yıllardır sit alanı olarak kalmayı başarabilmiş bir yer. Çocukluğumdan beri burayı ve burada denize girmeyi çok seviyorum. Sabah erken saatte Pamucak sahiline geliyorum. Uzun bir yürüyüş yaptıktan sonra masmavi sulara kendimi bırakıyorum. Serinlik, sessizlik.

Pamucak’tan Selçuk 5 km mesafede. Bugün yoğun bir gezi programı hazırladım kendime. İlk önce Selçuk’a 1 km kala dünyanın 7 harikasından biri  olan Artemis Tapınağı na uğruyorum. Sadece birsütun dizisi olarak ayakta duran yapıdan başka bir eser kalmamış. Eski yapıyı belgesellerden izlediğim kadarı ile gözümün önünde canlandırmaya çalışıyorum. Arka cephemde Efes antik şehrinin dokusuyla bu iki yeri birleştirmeye çalışıyorum. Muazzam bir görüntü yakalıyorum. Bir karede Artemis, St.Juan, İshak Bey camii ve Selçuk  kalesini yakalıyorum. Şimdi sırasıyla buraları gezelim.

St.Juan, Selçuk ilçesi içinden dik bir yokuşu tırmanarak ulaşabileceğiniz bir tepenin üzerine kurulmuş. Tarihte pek çok önemli konuları ve konukları olmuş bu yerleşim merkezinin. St.Juan (Yuhanna Hz.İsa’nın 12 havarisinden biri) Hz İsa’nın ölümünden sonra Yahudiye'yi terk eden Yuhanna yanına Hz.Meryemana’yıda alarak uzun bir yolculuktan sonra Efes’e gelerek yerleşmişler ve ilk Hristiyanlık öğretilerini buradan yaymaya başladı. St.Juan (Yuhanna). Efes antik kenti ile karşılıklı duran eğitim merkezi bugünlerde Hıristiyan hacılar tarafından sıkça ziyaret edilen bir merkez. St.Juan harabelerinin hemen dibinde bulunan İshak Bey Camii tüm güzelliklerini gözler önüne seriveriyor. Aydınoğulları  zamanından kalma bu yapı şimdilerde turistik bir mekan olarak ziyarete açık. Selçuk Kalesi bugünlerde ziyaretçilere kapısını kapatmış durumda, sadece uzaktan bakabiliyorsunuz.

Akşam üstü saatlerinde Selçuk’a 9 km mesafede bulunan Şirin bir kasaba olan Şirince’ye varıyorum. Dar ve virajlı bir yoldan ulaşabiliyorsunuz. Şirince eski bir Rum köyü. Her zaman olduğu gibi takas yoluyla yaşamlar ve yerleşimler değişmiş durumda. Turistik bir kasaba görüntüsü veriyor. Özellikle hafta sonları günübirlik çok ziyaretçisi oluyor. Şirince şarapları ve el yazmaları ile ün yapmış burası. Bir çok da pansiyon var konaklamak için. Çeşitli meyve aromalarından yapılan şaraplardan tadabilme imkanına sahipsiniz. Dar sokaklarında hem yürüyüş yapabilir, hem alışveriş hem de el yapımı şarapların ikram edildiği şarap evlerine uğrayabilirsiniz.

Şirince’den rotamı iç Ege’ye doğru Aydın tarafına çeviriyorum. Efes ve Meryamana’ya uğramadan geçiyorum. Herhalde bu iki güzel mekanı bilmeyeniniz yoktur. Bunun için hava kararmadan Aydın’a varmak daha öncede çok bahsedilen ama hiç görmediğim bir yer olan Paşa Yaylası'na çıkıp kamp yapıp gecelemek istiyordum. Paşa Yaylası, Aydın şehir merkezinden Nazilli yönüne 5 km kadar yol aldıktan sonra sola doğru kavşaktan  saparak asfalt fakat dar olan bir dağ yolundan tırmanarak ulaşabiliyorsunuz. Hava henüz kararmaya yüz  tutmuşken  varabildim yaylaya. Bir dağ köyü son nokta olmuş yayla için. Bol sulu bir yer olduğu gözüme ilişiyor, zira her taraf yemyeşil.Yaylada şadırvanlar yapmışlar bende birinin üzerine çadırımı kurup yerleşiyorum.Eylül ayındayız ama hava gece oldukça serinliyor.Ateş yakmak yasak olduğu için karanlık bir gecede açık olan gökyüzündeki yıldızları seyrederek uykuya dalıyorum.Sabah uyandığımda hava henüz serin güneş yeni ısıtmaya başlamış etrafı. Şimdi yaylayı seyrediyorum ama etraf gelen insanlar tarafından oldukça pisletilmiş ve temizlenmemiş. Burada fazla kalmama gerek olmadığını düşünerek kampımı toparlayıp yola çıkıyorum. Köy ve dağ yollarını gösteren haritamı açıp değişik rotalar aramaya başlıyorum. Kıvrımlı ve tozlu dağ yolları beni tekrar Aydın’a indiriyor.

Afrodisias Antik Kenti

Nazilli yönüne doğru yol alıyorum. Yol üzerinde bir çok köy kahvesinde mola vererek yola devam ediyorum. Hem sohbet hem de yöre ile ilgili bilgiler topluyorum. Nazilli’yi geçtikten 10 km sonra Kuyucak kasabasından Afrodisias yönüne sapıyorum. Bu antik kentin çok ziyaretçisi olduğunu biliyorum. Bir de kendi gözümle görmek istiyorum. Yol sapağından tam 38 km sonra ulaşabiliyorsunuz. Yıllarca kazı çalışmaları yapılmış bir kent ve tüm güzellikleri ortaya çıkartılmış. Ayrıca birde müzesi var oradan çıkarılan parçalar sergileniyor. Tarihte büyük bir kent olduğu belli. Gezdikçe anlıyorum. Beni en çok spor alanı etkilemişti Bir kaç saat oturdum ve geçmişe biraz yolculuk yaptım. Etrafta gezginler için bir çok kamp alanı ve pansiyon var bende çadırı kuruyorum o gece. Güzel sohbetler her yerde olduğu gibi burada da devam ediyor.

Sabah yola devam. İzmir karayoluna çıkıyorum ve pek bilinmeyen ve duyulmamış Magnesia ve Tibilus antik şehirlerini ziyaret ediyorum. Buralarda azda olsa kazı çalışmaları yapılmış ve bazı parçalar görülmeye değer. Tarihi kent meraklıları için görülebilir yerler. Bu yerleri Nazilli’den Aydın yönüne doğru ilerlerken yol üzerindeki tabelalardan takip edebilirsiniz.

Keçi Kalesi

İzmir’den 80 km, Selçuk'tan 9 km uzaklıkta, antik kaynaklarda adı Gallesion olarak geçen Alamandağı'nda 400 m. yükseklikte konumlanmıştır. Bu dağın konumu kuzeyden gelip güneye giden yolun Küçük Menderes ovasını geçtiği ve diğer taraftan Sart (Salihli) yolunun ayrılarak çatal yaptığı kavşak noktasıdır. Bu yönden burası Hellenistik dönemden itibaren dikkat çekmiştir. Kale dikdörtgen planlı iç kale ve bunu kuzey ve batıda çevreleyen bir dış kale yapısından oluşmaktadır. Kale kapısının içinde yuvarlak veya kare şeklinde kuleler yapılmış ve bütün duvarlar yerel kireç taşından yapılıp arası sert kireç harcıyla doldurulmuştur. İç kalenin kuzeyinde depo odaları bulunmaktadır. 

Keçi Kalesi 13. yy.'a tarihlenebilmektedir. Kalenin Bizans ismi bilinmese de Kızılhisar dendiği bilinmektedir. Kale Belevi köyünün sınırları içine yer alıyor. Bu kalenin birde hikayesi var; O güne dek kuşatılıp fakat bir türlü alınamayan kale için gece olması beklenmiş. Çevreden toplanan binlerce keçinin boynuzlarına şamdanlı fenerler bağlanıp kaleye doğru yamaca sürülmüş. Kale görevlileri gece karanlığında kendilerine doğru gelen keçi sürüsünü kalabalık bir ordu zannederek kaleyi terk edip, arka kapısından kaçınca kale kolayca zapt edilmiş. Bu nedenle keçiler sayesinde alınan bu kaleye de Keçi Kalesi ismi verilmiş. 

İzmir dönüş yolunda olan kaleye her zaman buradan bakıp geçmiş ama bir sana tırmanacağım sözü vermiştim. Şimdi fırsatı yarattım. Aracımı dağın eteklerine bıraktıktan sonra tırmanışa başladım. Bulunduğum noktada deniz seviyesi yüksekliği 15m yi gösteriyordu. Makilerle kaplı dar keçi yolunu izleyerek yolumu bulmaya çalışıyorum. Zaman zaman sert kayalıkları da aşmam gerekiyor. Yaklaşık 1.5 saatlik bir tırmanış sonrası zirveye varabildim. Zirvedeki manzara bu zorlu tırmanışın ödülünü vermişti bile. Selçuk ve Efes ayaklar altına seriliyor. Fotoğraf karelerindeki yerlerini alıyorlar.

O gün İzmir’e doğru dönüyorum hava oldukça sıcak evde kalmak zor olacak diye düşünüyorum ve İzmir’e 27 km ve 810 rakımda bulunan Karagöl’e tırmanıyorum. İzmir Karşıyaka Örnekköy mezarlığını takip ederek buraya ulaşabilirsiniz. Karagöl benim için vazgeçilmez bir mekan. İzmir’e bu kadar yakın olması ve hava ısısının en az 10 derece kadar farklı olması sıcak günler için ideal kamp alanı. Karagöl tektonik oluşumla meydana gelmiş bir Krater gölü ve tamamen ormanla çevrili (karaçam ve söğüt) ve yeşili insanın ruhuna işliyor. Suyu bol ve çok sessiz. Orman işletmesi günü birlik piknik alanı olarak hizmete sokmuş Karagöl’ü. Burası İzmir’den gelen yürüyüşçülerin de mola mekanı olarak benimsenmiş. Yabani kazlar ve ördekler burayı yaşama alanı olarak seçmişler. İzmir’liler için yabancı olan kar yağışı kış aylarında Karagöl’de kendini göstermekte. İzmir’den yolunuz geçerse burayı muhakkak ziyaret edin.

Spil Dağı

Bu sefer geldiğim yönün tam tersine doğru hareket ediyorum. Tamamen orman yollarından Manisa tarafına doğru yol alıyorum. Sabuncubeli'ne çıkartıyor orman yolları beni. Aracımın 4x4 olması bazı yolların aşılmasını mümkün kılıyor. Manisa şehri, eteklerinde kurulmuş olduğu 1513m rakımlı Spil Dağı'na doğru yöneliyorum. Tarihte Symirna kentinin yerleşim yerlerinden birisidir Spil Dağı. Yükseldikçe havayı da sis kaplamaya başlıyor. Bir ara göz gözü görmez oluyor ama kısa süreli bir geçiş oluyor ve etraf tekrar görünür olduğunda zirveye geldiğimi görüyorum. Etraf çam ormanları ile kaplanmış durumda. Orman işletmesine ait tesisler var ve buralarda geceleme yapılabiliyor. İsterseniz kamp yapmakta mümkün ve bir de büyük bir piknik alanı mevcut. Hava çok güzel biraz serin ama yemek molamı engellemiyor. Ateşimi yakıp güzel bir mantar yemeğinden sonra yoluma devam ediyorum. Tam ters istikametle Sütlüce kasabasına inip buradan İzmir karayoluna çıkıyorum. Şimdiki rotam Salihli yönüne doğru. Marmara Gölü ve Sart Harabeleri...

Gölmarmara (Marmara Gölü )- Sart Harabeleri (Sardes)

Salihli yakınlarında, bugünkü İzmir-Ankara yolu üzerinde, Manisa'ya yaklaşık 62 km uzaklıkta bulunan Sart, antik çağda Lidya Krallığının başkenti olması ve tarihte ilk altın paranın basıldığı yer olmasıyla ün yapmıştır. Sart Harabeleri, Hristiyanlığın ilk çağlarına ait Ege Bölgesinde bulunan yedi kiliseden Sart Kilisesinin bulunduğu yer olarak da yoğun bir biçimde ziyaret edilmektedir. Sart Harabelerinin kuzey kenarında bulunan sinagog, türünün Anadolu'daki en eski örneklerinden biri olması ve M.S. III. yüzyılda, Sart'ta bir Musevi cemaatinin varlığına işaret etmesi bakımından önemlidir. 

Marmara Gölü İzmir’e 150 km mesafede ve Salihli üzerinden gidilebiliyor. Marmara Gölü'ne yaklaştığımda hava artık kararmaya başlamıştı ve güneş her zamanki gibi günün son güzelliklerini gölün üzerine bırakmıştı. Buraya birkaç arkadaşım daha geldi ve o gece göl kenarında kampımı kurdum. Yeni bir yeri görmenin keyfini sürüyordum. Ekim ayının başları olmasına hava oldukça ılımandı. Etraf buğday tarlaları ile çevrilmişti. Akşam bazı köylülerde meraklı bakışlarla yanıma gelip sohbetimize ortak olmuşlardı. Sabah güzel bir kahvaltı sonrası gölün etrafını dolaşarak Gölmarmara ilçesine doğru yol aldım. Şirin bir kasaba, fazla kalabalık yok etrafta. Kamyon trafiğinin yoğun olduğunu gözlemliyorum. Balıkesir-Denizli-Antalya hattını kullanıyorlarmış buradan. Köy kahvesinde biraz soluklandıktan sonra rotamı Bozdağ’a çeviriyorum.

İç Ege yolculuğum devam ediyor. Bu yöre ile ilgili anlatımlarımın detaylarını Gölmarma/Marmara Gölü yazımda bulabilirsiniz

Bozdağ-Gölcük-Birgi

Salihli’ye tekrar geri dönüp buradan Bozdağ yönüne sapıyorum. Tırmanmaya başladıkça manzaralar değişmeye başlıyor ve dağ tepeleri beyaz örtülerini sergiliyor. Hava biraz serinledi ama vazgeçmiyorum. Aracımda gerekli donanım mevcut (kışlık tulum, çadır vs.:). Doğa tüm çıplaklıyla sergiliyor elinde ne var ne yok. Bu akşam Gölcük’de göl kenarında kamp yapmayı planlıyorum. Hava karardığında varabiliyorum Gölcük’e. Hava sisli ve soğuk, göz gözü görmüyor. Hemen çadırı kurup ateşimi yakıyorum ve hava birden ısınıyor. İyi uykular Gölcük.

Sabah Gölcük hoş bir sürpriz yaparak sis bulutunu üzerinden atmış yerini pırıl pırıl bir berrak hava bırakmış. Bununla havada ısınmış.Gölcük gizli kalmış bir cennet.

Bozdağ’ın eteklerinde yer alan Gölcük, yaz aylarında serin havasıyla yayla olarak kullanılmakta. Gölcük gölü bir krater gölü. Yaklaşık deniz seviyesinden 2000 m. yükseklikte göl kenarında kurulmuş bir köy yaşamı da var burada. Hafta sonu gelenler ve sessizliği seçenler için bazı oteller de yapılmış. Tavsiye ederim.

Bugün biraz çevre gezisi yapmaya karar verdim. Yolum üzerindeki Bozdağ kasabasından geçerek 12 km sonra İzmirlilerin kışın geldikleri Bozdağ Kayak merkezine çıkıyorum. Tabi bu mevsimde kayakçıları görmek mümkün olmuyor sadece çevreye bakmakla yetiniyorum. Bir vadi içine kurulmuş kayak pistleri gözüme çarpıyor. Dört adet değişik yönlere giden lift var fakat pist mesafeleri oldukça kısa. İyi kayakçıların kullanmayacağı (ben de dahil) bir kayak pisti.

Buradan Ödemiş yönüne doğru yol alıyorum. İniş esnasında Ödemiş ovasının büyüklüğü gözler önüne seriliyor. Yol üzerinde Birgi’ye uğruyorum. Birgi, Osmanlı döneminin önemli bir yerleşim merkezi olarak biliniyor. Korsanlığı ile ünlü bir zamanlar Aydınoğulları’nın başkentliğini de yapmış. Evlerin tamamına yakını eski Osmanlı evlerinden oluşuyor. Hatta Çakırağa konağı tarihe tanıklık edercesine dimdik ayakta. Bu evler restore edilerek hem oturuluyor hem de restoran, çay evleri olarak kullanılmakta. Burada o yörenin ve İzmir’in zenginlerinin eski evleri alıp restore edip yerleşip yaşadıklarını gözlemliyorum. Buraya gelmişken 1312 yılında İnşa edilmiş Ulu Cami de ziyaret edilmeli.

Bugün Ödemiş üzerinden geçerek İzmir’e dönüyorum. Bu gece İzmir’de kalmayı planlıyorum, günlerdir yoldayım ve bazı ihtiyaçlar için duruyorum. Güzel İzmir.

Devam edecek...

Hepiniz sevgiyle kalın

Melih Eriş

 


Yorumlar - Yorum Yaz

MELİH ERİŞ GEZİLERİ



MELİH ERİŞ VINTAGE




GEZGİNİN SEYİR DEFTERİ
GRUBUMUZ





FACEBOOK SAYFAMIZ


TÜRK MÜHRÜ PROJEMİZ

 

Takvim
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Site Haritası