GÖKÇEADA
Garip Bir Yalnızlık GÖKÇEADA (İMROZ)
Yıllardır hep aklımda olup da ziyaret edemediğim Gökçeada, Türkiye’nin Ege Denizi'nde kalan en uç noktasında yer almaktadır. Adanın tarihi boyunca birçok kültüre ev sahipliği yaptığını okumuştum ve tarihteki adı da İmroz olarak kayıtlara geçmişti. Gökçeada 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine dahil edilmiştir.
Homeros İlyadası'nda, deniz tanrısı Poseidon’un adası olarak bahsetmiş bu adadan. Gökçeada Türkiye'nin en büyük adasıdır. Kıyısı, koyları, girintili çıkıntılı tepeleri, beyaza boyanmış evleri, çam yeşili ve zeytin ağaçları ile nostaljik bir adadır.
Gökçeada’ya ulaşmak için iki seçenek bulunmaktadır. İlki Çanakkale’den feribot, diğeri ise Kabatepe’den kalkan arabalı vapurlardır. Şu an Gelibolu Yarımadasında olduğum için Kabatepe iskelesine doğru yol alıyorum. Günde iki sefer düzenleniyor ve ben sabah saatindeki arabalı vapurunda yerimi alıyorum. Kabatepe iskelesinde sabah kahvaltı yapabileceğiniz şirin kafeler var. Sıcak simit ve poğaçalar bulabiliyorsunuz.
Yolculuk normal koşullarda 1 saat 45 dakika sürüyor, mesafe 14 deniz mili. Gemi Gökçeada’ya yaklaşmaya başladığında gördüğüm manzara beni biraz hayal kırıklığına uğratıyor. Gözüme çıplak tepeler ilişiyor, tek bir ağaç bile olmayan çıplak tepeler. Biraz sabır gerekiyor oysa, Gökçeada çok sulak bir ada, kaynakları, bir çok ufak gölü, çeşmesi olmayan gürül gürül akan suları ve bir de şelalesi var. Okudum bunları biliyorum. İçim tekrar rahatlıyor.
Vapur Gökçeada’ya yanaştığında araçlar birbiri ardı sıra karaya ayak basmaya başlamıştı. Vapurun yanaştığı yerde herhangi bir yerleşim birimi olmaması dikkatimi çekti. Vapurdan indikten sonra düzgün bir asfalt yolu takip ederek 7 km'lik bir yol sonrasında merkez olan Gökçeada köyüne varıyorum. Etraftan edindiğim Gökçeada çevre ve yol haritası ile kendimi aydınlatmaya çalıştım bir müddet. Nasıl bir yerde olduğumu adanın derinliklerine girmeye başladıkça anlayacaktım. O ilk karşılaştığım manzaralar artık kaybolmaya başlamıştı ve etraf iyice yeşerdi. O bozuk görüntü perdesi ortadan kalkmış ada beni bağrına basarcasına doğal güzelliklerini sunmaya başlamıştı. Gökçeada’ya aracımla geçmiştim, çünkü adanın tamamını gezmek ve tanımak istiyordum.
Buyurun hep birlikte gezelim Kuzey Ege gezimin son durağı olan şirin Gökçeada’mızı. Gökçeada, vahşi doğasında göz alabildiğince uzanan kumsalları, pırıl pırıl denizi ile yeşili ve maviyi birleştiren kendine has örgüsü ile geçmişle bugünün birlikte yaşandığı harika bir doğa güzelliği.
Çeşitli kültürlerin buluştuğu adada camiler, kiliseler, manastırlar, eski Rum evleri ve modern mimari örnekleri bir arada bulunmaktadır. Ada 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. Ada halkının Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa'ya gösterdiği ilgiyi duyan Padişah Kanuni Sultan Süleyman adayı vakıf olarak ilan etmiş ve vergiden muaf kılmıştır. Balkan Savaşı yenilgisi sonucu ada, Yunanistan egemenliğine geçmiş, 1914 yılında İngilizler tarafından deniz ve hava üssü olarak kullanılmıştır. 24 Temmuz 1923 Lozan antlaşması ile ada tekrar Türklerin eline geçmiştir. Adanın fiilen alınması 22 Eylül 1923'tür. Bu tarih adanın Kurtuluş günü olarak kutlanmaktadır.
Gökçeada 289.5 km² yüzölçümünde, 95 km kıyı şeridi uzunluğuna sahiptir. Kuzey - Güney uzunluğu 13 km, Doğu - Batı uzunluğu 29.5 km'dir. Gökçeada çok engebeli, volkanik kütlelerden oluşmuştur. Ada'nın %77 si dağlık %12 si engebeli %10 ise ovadır.
Bugün aldığım bilgiler doğrultusunda, adanın doğu kısmında bir balıkçı köyü olan Kaleköy’e geçtim ve ev işletmeciliği olan bir pansiyona yerleştim. Kaç gün kalacağımı bilmiyordum. Pansiyon sahipleri de hoş sohbet çıkınca buralar için alabileceğim bilgi kaynağı da tam karşıma gelmiş oluyordu.
Ertesi sabah erkenden yola koyuluyorum. Eski Rum köyleri, yeni Türk köyleri, şelale ve göller hepsi beni bekliyordu.
Gökçeada su kaynakları çokluğu bakımından dünyanın 4. adası durumundadır. 5 adet göleti, bulunan adada Zeytinli Köy Barajı adanın içme, kullanma ve sulama ihtiyacını büyük ölçüde karşılamaktadır. Adanın güney sahilinde bulunan yaklaşık 1 km büyüklüğündeki tuz gölünde yapılan analizlerde, içerisinde bol miktarda kükürte rastlanmış olup çamur kürü tedavisi yapıldığında, romatizma, sedef, kireçlenme gibi hastalıklara iyi geldiği görülmüştür.
Gökçeada ilçe merkezi ve 7 köyden oluşmaktadır. Bu köyler Kaleköy, Eski Bademli, Yeni Bademli, Zeytinliköy, Tepeköy, Dereköy ve Uğurludur. Gökçeada’nın tamamında 13.000 kişi yaşamını sürdürmektedir. Gökçeada oldukça karmaşık bir sosyolojik yapıya sahiptir. Adada zamanında Rum halkının çoğunluğu nedeni ile Türkiye’nin çeşitli yörelerinden insanlar buralara getirilerek yerleşimler sağlanmış ve Rum nüfusun üzerine çıkılmış. Zamanla da Rumlar köylerini terk ederek Yunanistan’a göç etmişler. Şimdilerde bu köyler terk edilmiş durumda birkaç kişiyi geçmeyen nüfusu ile ayakta durmaya çalışmaktadır.
Aydıncık, Yuvalı, Yıldızkoy, Uğurlu, Gizli koy gibi daha bir çok irili ufaklı doğal plajlarda sakin, gürültüden uzak temiz bir denizde mavinin keyfini çıkarmak, Tepeköy Çınaraltında, Marmarosta, tabiatla yeşille bütünleşmenin keyfini yaşamak mümkün. Kaleköy de, Semadirek siluetinin karşısında Belediye Tesisleri ve kıyı lokantalarında yenilen güzel ev yapımı yemeklerden sonra, Zeytinliköy’de içilen bir fincan dibek kahvesinin 40 yıl hatırında serinlemek.
Kaleköy: kalesi, kordonu, balıkçı limanı, çay bahçeleri, lokantaları, dalga ve rüzgarın etkisiyle şekillenmiş kayalıkları ve kıyı yerleşimiyle yaz gecelerinin hareketlendiği Semadirek manzaralı köydür.
Eskibademli köyü: daracık köy yolları, sessizliği ve adanın balkonu misali ovaya kuş bakışı hakim olmasıyla görülmeye değer bir köydür. Bir çok butik otel bu köyde misafirlerini beklemektedir.
Zeytinliköy: mimari örnekleri, köy meydanı, kilise ve manastırları, çiçeklerle bezenmiş taşlı yolları görülmeye, otantik kahvehanelerinden yükselen dibek kahvesinin kokusu duyulmaya değerdir.
Tepeköy: yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş olan köy meydanı ve kilisesini görmenin yanında, yüzyıllardır köye bekçilik eden çınar ağacının altında serinlemek ve piknik yapmak da insana ayrı bir zevk verir.
Dereköy: kilisesi, kahveleri ve otantik mimarisinin yanında yüzlerce evin terkedilmişliği ile yalnızlık türküsü söylenen bir köydür.
Eşsiz doğa ve tarih dokusu olan Ada'da Yenibademli köyü yakınlarında, Höyük kazısı çalışmalarına da devam edilmektedir. M.Ö. 3000 yıllarına ait sur, ev temelleri, erken Tunç çağına ait seramikler, taş balta, ok ucu, yonga parçaları bulgularıyla kazıların, Ada'nın en eski iskan tarihini aydınlatması, doğu ve batı dünyası arasında üstlendiği rolün belirlenmesi amaçlanmaktadır.
Gökçeada’da tam 4 gün kalmıştım. Bu gezimde en uzun konakladığım yer olarak kayıtlarıma geçmiş oldu. Kaleköy’de Salih ustayla, Dereköy’de tanıştığım Rum Yorgo ile vedalaştıktan sonra Çanakkale’ye hareket eden Tekirdağ feribotuna binerek bu sefer direk Çanakkale’ye geçiyorum. Sabah saat 08.00'de kalkan ve yaklaşık 32 mil ve 2 saatlik bir yolculuk ile Ertuğrul koyu açıklarından Çanakkale Boğaz'ına girerek son durak olan Çanakkale limanına varmıştım. Benim için dönüş yolculuğu başlamıştı. Ama Çanakkale’yi gezmeden olmazdı tabi ki. Rota Çanakkale...
Hepiniz sevgiyle kalın.
Melih Eriş
Yorumlar -
Yorum Yaz