• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Giza Piramitleri
    • Mısır
    • Machupicchu
    • Peru
    • Perito Moreno Buzulu - Patagonya
    • Arjantin
    • Taman Negara
    • Malezya
    • Amazonlar
    • Güney Amerika
    • Kukulkan Piramidi
    • Meksika
    • Java Adası
    • Endonezya
    • Mui Ne
    • Vietnam
    • Annapurna Ana Kamp
    • Himalayalar, Nepal
    • Ha Long Bay
    • Vietnam
    • Uyuni Tuz Çölü
    • Bolivya
    • Batu Cave
    • Malezya
    • Boracay
    • Filipinler Boracay
    • Sky Mirror
    • Malezya



İnsan kısa sürede neleri keşfedebilir? Yol aldıkça kendini, kültürünü, unuttuklarını,

belki de sadece
keşfetmenin hazzını...


Eğer kendini arıyorsan yönünü dağlara çevir, dağlarda gözlerini kapat, kulaklarınla
gör. Ağaçların fısıltılarını, böceklerin seslerini dinle. Binlerce yıllık uygarlıkların izini sür.
Keşif yolculuğu için yoldan çıkmaya hazır ol!
 Melih Eriş

.................................................
GEZİ YAZILARIM
MELİH ERİŞ REHBERLİĞİNDE GEZİLER
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam63
Toplam Ziyaret345128

BEYDAĞLARI - BATI TOROSLAR

SAKİN VE HUZURLU DAĞLAR

Bey Dağları, Antalya il sınırları içinde Toros Dağları’nın batı uzantılarından biridir. Yükseklikleri 600-3086m aralarında değişen bu dağ grubu Antalya körfezinin, kuzeyinden güneyine doğru körfeze paralel olarak uzanır, ve tam anlamıyla düzgün bir sıra-dağlar konumundadır. Tekeli yaylasının doğusunda yer alır.

Bu sıradağlar içine bir çok ünlü antik kenti de alarak (Olympos, Phasellis, Myra) mili parklar statüsü içine alınmıştır. Antalya’dan çıkıp da Finike’ye doğru kıyı boyunca yol almaya başladığınızda yolun hemen sağ tarafında yükselen, sanki aşılamazmış gibi görünen dağ zirveleri, Bey dağlarıdır. Bu yolu uzun senelerdir hem tatil hem de iş amaçlı bir çok kez geçmiş olmama rağmen bu dağların Akdeniz’e bakan yüzünün arkasındaki yaşamı hep merak edip dururdum. Sonunda bir gün gezgin ruhum beni buralara getirdi.

Bey dağlarına ulaşmak için geleceğiniz yöne göre bir çok alternatif var.Ankara’dan ve İstanbul’dan yola çıkmışsanız, Antalya karayolunu takip ederek Antalya’ya 100 km kala Korkuteli sapağından giriyorsunuz ve sonrasında Elmalı kasabasına varıyorsunuz. Elmalı’dan yola devam ederek Avlan gölünü ve Avlanbeli geçidini geçiyorsunuz ve Göltarla köyünden sonra orman içine giren ilk toprak yoldan sapıyorsunuz. İzmir tarafından geliyorsanız, Denizli üzerinden Gölhisar, Altınyayla, Seki kasabalarını geçip Elmalı’ya varıyorsunuz. Sonrasında güzergah aynı. Antalya yönünden gelenler içinse kıyı boyunca ilerleyip Finike’den Elmalı yönüne sapılıp Avlan beline sardıktan ve Başgöz köyünü geçtikten sonra ilk toprak yoldan sağa saparak yolunuzu bulabilirsiniz.

Yıllardır Girdev yaylasına kamp yapmaya geliyorum, oturduğum yerden manzarayı izlemeye daldığımda iki dağ arasından yükselen zirve hep dikkatimi çekiyordu.Etraftaki Yörüklerden aldığım bilgiye göre burası Bey dağlarının en yüksek zirvesi olan Kızlar Sivrisi (3086 m.) idi.Bu kadar yaklaşmışken hiç gitmek nasip olmamıştı. Girdev yaylasının büyüsünden çıkıp hareket edemiyordum. Buraya ayrıca gelmeliydim. bahar ayında bu organizasyonu yapıp üç 4x4 İzmir’den yola çıktık. Antalya’dan ve Finike’den de katılacaklar olacaktı. Finike’deki arkadaşım Bernhard 25 yıldır Turunçova Gökbük köyünde yaşadığı için o yöreye hakim biriydi. Bize rehberlik edecekti. Bey Dağlarına girdikten sonra levha ve belirtici işaret bulmanız zor. İlk gidişiniz ise muhakkak bir bilen olması gerekmekte, aksi takdirde kaybolmanız olasıdır. Avlan gölüne kadar geldik, diğer grupla burada buluşacaktık. Avlan Gölü yazın yağmur mevsimine kadar tamamen kuruyan, yağmur mevsiminde de suyla dolup etraftaki yerleşim birimlerine kaynak olan bir göldür. Tabi burasına devlet dokunmadan önce. Yıllar önce ağaların toprak sahibi olması için kurutulan, bugün ise ekolojik değeri anlaşılarak yeniden canlandırılmaya çalışılan Avlan Gölü'nün ilginç bir öyküsü var; 

Avlan Gölü haritalarda belli belirsiz görülen küçük bir su parçası. Göller Bölgesi diye bilinen Batı Toroslar'daki irili ufaklı 25 göl arasında en mütevazı olanı. Avlan Gölü'nün tamamı 1978 yılında, Toros Dağları'na açılan bir kanalla kurutulmuş. Kurutulmasının ardından yörede ekolojik felaketler yaşanınca, gölün yeniden canlandırılmasına karar verilmiş. Ama 4 yıldır bir türlü başarılamamış. Avlan Gölü'nün kış aylarında göl, yaz aylarında ise su birikintisi olarak siyasal tarihimizde ayrı bir yeri var. Kuruyan göle sahip olmak için ağa ailesi Subaşı ve Baysarılar'la çevre köyler arasında toprak savaşı.

Osmanlılardan kalma tapularda, gölün ve çevre dağların sahibi görünen ağalar, kamu malı sayılması gereken gölün toprağına da sahip çıkmak isterler. Köylülerde topraktan pay isteyince müthiş bir mücadele başlar. Zamanın valisi, kaymakamı ve güvenlik güçleri de ağalardan yana tavır alır. Köylülerin imdadına ise dönemin en etkin muhalefet gücü öğrenciler yetişir.

Zamanın Beyler Köyü Muhtarı Halil Dayı olayları şöyle anlatıyor: Elmalı Ovası'nda şiddetli bir ağalık düzeni vardı. Öyle ki tahıl ambarları üzerine kurduğu köşkünden dürbünle ovada çalışanları gözleyen ağa, iyi çalışmayanları akşam kırbacıyla cezalandırırdı. Odun toplamaya giden köylüler ormana para karşılığında girebilirdi. Avlan Gölü'nün yaz aylarında kuruyan bölümlerinde ekim yapmak isteyen köylülere ağalar izin vermezdi. Göl kurutulmaya başlanınca, biz buranın devletin toprağı olduğunu savunduk. Ancak devlet yetkilileri oranın ağalara ait olduğunu söylüyordu. Ben o dönem, 1968 yılında muhtar seçildim. 25 yaşındaydım ve ovanın en genç muhtarıydım. Ağalar bana yanlarında yer almam koşulu ile 100 dönüm arazi teklif ettiler. Ben de '100 dönümü gözden çıkarıyorsanız 100 dönüm daha katın ve köylülere verin de bu iş bitsin' dedim. 6 ay boyunca yaklaşık 500 öğrenci bizimle birlikte mücadele etti. 

Halil Dayı gelişmeleri şöyle anlatıyor: "Bu mücadele sırasında köylüler iki yıl ekin ekememişti ve açlıkla karşı karşıya kalmıştık. Bize yardıma gelen öğrenciler imdadımıza yetişti. İlkokulumuza da araç gereç, kitap defter getirdiler. Okulumuz o zamanlarda liselerde bile olmayan malzemelere kavuştu. Örneğin mikroskop bile getirdiler. 1970'e doğru olaylar yatışınca rahmetli Turan Güneş beni İş Bankası'na memur olarak aldırdı. Kendisi o zaman bankanın yönetim kurulundaydı. Toprak mücadelelerinin yatışması ve Avlan Gölü'nün mülkiyeti konusundaki belirsizlik, 1974 yılında kurulan Ecevit Hükümeti zamanına kadar sürdü. Bu tarihten itibaren Avlan Gölü devletin malı oldu.Demirel'in başbakanlığı döneminde, köylülerin Avlan Gölü'nün kurutulup tarım arazisine dönüştürülmesi talepleri üzerine, 1978 yılında gölün suyunu Finike yönüne akıtacak olan 5.5 km'lik tünelin yapımına başlandı. İki yılda tamamlanan tünel ile göl tamamen kurutuldu. 10 bin dönümlük göl arazisinde köylüler devlete ödedikleri kira karşılığında ekim yapmaya başladılar.Ancak yıllar sonra bölgedeki sedir ormanlarının ve ovadaki elma üretiminin iklim değişikliğinden olumsuz yönde etkilendiğini söyleyen çevreci kuruluşlar, bu kez gölde su tutulması mücadelesini başlattılar. Ve bu mücadele sonrası son iki yıldır gölde su tutulmaya başlandı. Ancak başka sorunlar baş gösteriyordu.

Karayolları gölün kurutulduğu yıllarda Finike - Elmalı Karayolu'nu gölün ortasından geçirmişti. Bu nedenle gölde su seviyesi fazla yükseltilemiyordu. Göl de yaz başlarında kuruyordu. Köylüler de "Madem yaz başında göl kuruyor iki ay önce su bırakılıp kurutulsun ve bize ekim için zaman kalsın, diyerek tünel kapağını gizlice açıyordu. Bu kez de gölden boşaltılan suların seralarını bastığı Finikeliler isyan ediyordu. Sonuçta Avlan Gölü mazisini ararken, yöredeki nem düğmesinin yarattığı ekolojik bozulma tarımı ve doğal yaşamı olumsuz etkilemeye devam ediyor.Neyse ki karayolları yolu yaparken alta kanaletler yaparak suyun geçişini sağlamışlar. 

Göltarla köyünde diğer grupla buluşuyoruz. Bernard’ın organize etmiş olduğu öğle yemeği molası sonrasında 6 araç yola koyulduk. Artık Bey Dağları sapağına yaklaştık, levha yok. Bernard tozlu yola dalıyor önde olmanın verdiği avantajla. Karayolundan saptığımız anda doku değişiyor. Şu an 1100 m. yükseklikteyiz ve tırmanma devam ediyor. Etraftaki dokuya baktığımda, Bey Dağları'nın yamaçları ve etekleri çamlık fundalık ve ormanlarla kaplı. Düz alanların ise tarım alanı olarak kullanıldığını gözlemliyorum. Yol üzerinde yerleşim yerlerine rastlıyoruz. Hava iyice ısındı ve toz bütün her yerimize işlemiş durumda.

Kızlar Sivrisi tırmanışına devam ederken mola veriyoruz. Gürül gürül akan pınarın başında tekrardan toza bulanacağımızı bilerek tozdan arınmaya çalışıyoruz. Olsun su sudur her daim, iyi geliyor biraz serinlik. Yola devam ettikçe rakımda artmaya başlıyor, hararet göstergeleri de tabi ki…Mayıs ayı olmasına rağmen ısı oldukça yüksek. Girdev yaylasında gördüğüm o Kızlar Zirvesinin eteklerine geldik ve sonunda buraya ulaşabilmiştim. Aracımı durdurup manzarayı doyasıya içime nüfus ettim. Dört bir yanı hissedebiliyordum. Güneyde Akdeniz, batıda Girdev yaylası, doğuda Tahtalı zirveleri, kuzeyde ise Elmalı… Muhteşem bir yerdeydim. Manzara da öyle, fotoğraf için kareler sunuyordu. Ekledim tabii ki.

Araçlarla Kızlar Zirvesine çıkmak mümkün olmadığı için yakıdan da olsa zirveleri hafızalara kaydederek yola devam ediyoruz.Zirvenin arka yamacından dolaşarak her iki yönlü görme fırsatı yakalıyoruz Kızlar Zirvesini. Bu doruğa tırmanmak isteyen dağcılar, Antalya- Elmalı yolu üzerinden sedir ormanlarıyla kaplı Çamçukuru Vadisine ve oradan da doruğa doğru yol alırlar. Dağa tırmanış bir günde başarılabiliyormuş. Biz yolumuza 2366 m. yükseklikte Kavakpınar Deresini takip ederek devam ediyoruz. Yol üzerinde bir çok köylerden geçiyoruz, hayvancılık dikkatimi çekiyor. Buralara dalmışken birden öndeki gruptan koptuğumu fark ediyorum. Önümdeki üç aracın hangi sapağa saptığını anlayamıyorum. Cep telefonu çekmiyor ve öndeki araçlarda telsiz de yok. Artık eski bilgilere dayanarak araçlardan inip tekerlek izlerini kontrol edip hangisinin taze olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Neyse kısa sürede amacımıza ulaşıp yolumuza devam ediyoruz.

Bey dağları tarihte Likya uygarlığına ev sahipliği yapmış ve bir çok tarihi kalıntıda bırakmıştır. Yolda ilerlerken ilk gözümüze ilişen Akaliassos antik kenti oluyor.Çok fazla kalıntı olmasa da gene de yaşanmışlıkları hissetmek mümkün olabiliyor.Kaya mezarları ve birkaç lahit gözüme çarpıyor.

Karaağaç köyünde, köy kahvesinde bir çay molası iyi geliyor. Köylülerin şaşkın bakışları arasında oturuyoruz. Köy çocukları etrafımızı sarıyor. Nereden gelip, nereye gidiyoruz.Bernhard buralardan çok geçtiği için tanınıyor Karaağaç köyünde. Gün yavaş yavaş çekilmeye başladı ve biz dönüş yolculuğuna başladık. Geldiğimiz rotadan farklı bir yönde ilerliyoruz.Ağaçların arasından ilerleyen yolda Turkuaz renkli su birikintisi daha doğrusu Alakır Barajı beliriveriyor aniden. Yol burada bitiyor Alakır çayından karşı tarafa geçmemiz gerekiyor.Araçlar bir bir suya dalıyor ve akan suya rağmen karşı kıyıya geçiyoruz.Sudan geçmenin verdiği coşkuyla tüm araçlarla birlikte suyun içindeki görüntülerimizi karelerimize ekledikten sonra yola devam ediyoruz. Hava kararmaya yüz tutmuşken peşi sıra iki antik kent daha beliriveriyor.

Rhodiapolisa ve Korydalla.Sadece hafızalarımıza kaydedip geçiyoruz. Buralarda da kaya mezarları ve su sarnıçları görünürde kalmış. Hacılar köyüne geldiğimizde artık asfalt bağlantısına çıkmıştık. Hava da karamıştı. Bu akşam Bernhard bizi ağırlayacaktı. Turunçova üzerinden Gökbük köyüne geliyoruz. Bernard 25 yıldır bu köyde yaşıyor ve bir de buranın yerlisi olan karısı Şükriye var. Bir de ufak 10 odalı bir tesis kurmuşlar. Tamamen çam ormanı ile kaplı Başgöz çayının hemen yanı başında konuk oluyoruz tesisine. Şükriye’nin yöresel ev yemeklerinden yemenizi tavsiye ederim. Köyden gelen birkaç kadının yardımıyla o akşam mükellef bir sofra hazırlanmış.

Yolunuzu buralara düşerse bu ikiliyi dinlemenizi tavsiye ederim. Anlatacak çok şeyleri var. Bernhard Avusturyalı ve çok güzel Türkçe öğrenmiş ve konuşuyor.Şükriye de oranın lehçesinden bir şey kaybetmemiş fakat çok hoş sohbet ve esprili bir hatun. Çevredeki köylerin tamamına yakını Alevi ve Tahtacılar denilen gruplardan oluşuyorlar. Bir zaman önce gelip yerleşmişler buralara ve geleneklerini halen sürdürüyorlar. Bernard burada yurt dışı bağlantılı olarak getirdiği gruplara trekking, bisiklet, kamp, yat ve jeep-safari organizasyonları yapıyor. Ben de birkaç yıldır ona yardım ediyorum. O gece çok eğlendik, onca yol yorgunluğu anımsanmıyordu bile.

Sabah kalktığımızda gruptan bazı arkadaşlar kendilerini Başgöz çayının soğuk sularına bırakmıştı kendilerini. Bey Dağları tam bir mozaikti. Sabah kahvaltı sonrası çevre yerleri gezmek için yola koyulduk. İlk durak Demre. Finike’ye 25 km, Kaş’a 48 km mesafede olan Demre’de hayat seracılık ve turizmle ayakta kalmaktadır.Buranın eski bir tarihi olduğunu daha öncelerde okumuştum. St.Nicholas (Noel Baba), Myra, Kekova, Üçağız gibi önemli tarihi kalıntılar barındırmaktaydı. Bu gezimizde sadece Noel Baba ve Myra antik kentini ziyaret edebildik. Diğer yerler zaten Likya yolu yürüyüşü esnasında görülebilmektedir. Bütün dünyada “Noel Baba” adıyla tanınan, Avrupa ülkelerinde çoğunlukla Santa Klaus olarak bilinen Aziz Nicholaos, Anadolu’da yaşamış Noel Baba olarak bilinen St.Nicholas (Noel Baba) M.S. 245 yılında Fethiye yakınlarında Patara kentinde doğmuş, M.S. 363 yılına değin Anadolu'da yaşamış bir azizdir. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak iyi bir eğitim görmüş ve kendini insanlara adamıştır. Yaptığı yardımlarla çevresinde sevgi bağı oluşturan St.Nicholas, denizcilerin ve çocukların koruyucusu olarak Noel Baba adı ile bu güne değin yaşatılarak efsaneleştirilmiştir.

Günümüzde Demre ilçesinde halen onun adına gezilebilen bir kilisesi bulunmaktadır. Buradan Myra antik kentine geçiyoruz. Bey Dağları eteklerine dayanmış antik bir yerleşim merkezi. Likya uygarlığının bir zamanlar başkentliğini yapmış Myra. Kaya mezarlarının muhteşemliği göz kamaştırıcı. Bir de büyük bir anfi tiyatrosu yer alıyor hemen mezarların eteğinde. İki saat kadar bir zaman burada geçirilebilir.

Rotamızı buradan doğuya Antalya yönüne doğru çeviriyoruz. Solumuz tamamen Bey Dağlarının zirveleri ile görüntüyü kaplarken sağ tarafta Akdeniz’in mavi suları bize eşlik ediyor. Bir çok zirve geçiyoruz. Tahtalı, Tekedoruğu. Tahtalı ile ilgili son zamanlarda bazı spekülasyonlar çıkmıştı.Akdeniz kıyılarından (Kemer)Tahtalı dağına kısa sürede çıkış imkanı veren teleferik projesi başlatılmış ve bu yıl içinde de tamamlanacaktı.Bu projenin amacı dağda kayak ve dinlenme tesisleri kurmak. Ben de şunu düşünüyorum Tahtalı’yı kitle turizmine açacak olan bu projenin götürülerini kimse hesap etmiyor muydu? Tahtalı Dağı Bey Dağları milli parklar sistemi içinde alıyor. Yaban hayatı, su kaynakları ve florası açısından önem taşıyan bir bölge. Bunun doğal hayat üzerinde etkileri ne olacak önümüzde ki günlerde göreceğiz. Bir an bu düşüncelere yoğunlaşmıştım ki Olympos sapağına gelmişiz bile. Çok uzun zaman olmuştu buraya gelmeyeli. Son durumu nedir bir görelim!

Olympos-Çıralı (Chemenia)-Çavuşköy sapağından giriyoruz, 11 km lik asfalt bir yol bizi Olympos yerleşim merkezine indiriyor. Antik kente gelmeden önce turistlerin konaklaması için bir çok olanak sunulmuş. Ağaç evler, pansiyonculuk ve kamp alanları mevcut. Araçlarımızı burada bırakıp yayan olarak yolumuza devam ediyoruz. Olympos Bey Dağları Sahil Milli Park Türkiye’nin milli park statüsündeki 23 tabiat parçasından bir tanesidir. Olympos bir yandan sırtını Bey Dağlarına dayamış, köpüklü suların sesiz sedasız buluştuğu bir kumsal. Yürüyüşümüz devam ediyor, daha önceleri serbest olan girişi 5 TL karşılığında ücretlendirilmiş.

Bey dağlarındaki yarıklardan,dar kanyonlardan, şelalelerden akan sular kollara ayrılarak Olympos’a akan Kemre çayına karışıyor. Akdeniz’e doğru akan bu çay tam Olympos antik kentini ikiye bölmüş durumda. Bazı yerlerde su seviyesi yüksek olduğu için ayakkabılarımızı çıkartmak zorunda kalıyoruz. Derenin karşı kıyısına geçip patika yoldan ilerlediğimizde orman içinde kalmış Olympos antik kentine varıyoruz.

Olympos antik kentindeki bulgular şehrin Helenistik dönemden itibaren varlığını kanıtlar. Likya Birliği’ne dahil ve üç oy hakkına sahip 6 büyük şehirden biridir. M.Ö. I. yy da korsanlar tarafından yıkım ve talana uğramıştır. Şehir korsanların lideri Zeniketes’in hayatı boyunca mutlak hakimiyetinde kalmıştır. Zeniketes, Romalı imparator Servilius Vata tarafından yenilince malikanesinde kendini yakarak intihar eder. 1000 m yükseklikte olduğu bilinen malikane tüm aramalara rağmen bulunamamıştır. Dolayısıyla eşsiz hazinesi hala gömülüdür.

Olympos, muhteşem manzarası ve deniziyle mutlaka görülmelidir. Kanalın ayırdığı ormanlık yoldan ilerleyerek sahile kadar varabiliyorsunuz.

Buradan yönümüzü çok yakında bulunan Çıralı (Yanartaş) doğru çeviriyoruz.Köye geldiğimizde tırmanmamız gereken bir tepe olduğunu hatırlıyorum. Tarihi boyunca pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış, efsanelere konu olmuş Çıralı, sahip olduğu doğal zenginlikle dikkat çekmektedir. Tarihin doğayla bütünleştiği, yüksek dağların sarıp sarmaladığı saklı bir cennet olan Çıralı'ya duyacağınız hayranlık, bu güzel yürüyüşün ödülü olacaktır. Çıralı adını Yunan Mitolojisine başlı başına bir efsane kazandıran Olimpos Yanartaş'tan almıştır. Dağ zirvesine geldiğimizde birdenbire taşların arasında alevler çıktığını görünce hayretli bakışlar bedenimizi sardı. Bulunduğumuz dağ kütlesinin altında doğal gaz kaynakları olduğu için kayaların arasında ki boşluklardan sızan gazı oradaki köylüler yakmışlar ve orayı ilginç hale getirmiş. Deydi doğrusu.

Bugün için dönme zamanı gelmişti, tekrar tırmandığımız yerden inerek Çıralı köyüne geliyoruz. Çıralı kumsalını da görmeden geçmiyoruz. Burası Caretta caretteların yumurtlama yatağı olarak bilinir. Buradan da araçlarımıza binerek tekrar Bernhard’a doğru yol alıyoruz. Bu gece de orada konaklayacağız. Şükriye’nin nefis yemekleri yine bizi bekliyordu.

Antalya’dan gelen grupla ayrıldık. Kumluca, Finike, Turunçova üzerinden Gökbük köyüne ulaşmayı düşünüyorduk ki yolda bir tabela daha ilişti gözüme Lyimra, Likya dilinde Zemuri olarak tanınan Lymra antik kenti M.Ö.2000 li yılarda, Hitit metinlerinden öğrendiğimiz kadarı ile büyük bir olasılıkla Zummarri şehridir. Bu bilgi kentin çok eski tarihlere dayandığının bir göstergesidir. Bir zamanlar Rezidens(Kral idare merkezi) görevini üstlenmiş Lymra.. Büyük Türk seyyahı Evliya Çelebi 1671'de Lymra’ya görmüş, daha sonra da Abdal Musa Tekkesini ziyaret etmiş. Ve “Dervişler limon, portakal, nar ağaçları arasında cennette yaşıyorlar” demiş.

Arykanda’ya Finike-Elmalı karayolunun 30. km de Arif köyü içindeki yol ayrımından ulaşabilirsiniz. Sabah erken yola koyuluyoruz bugün artık İzmir’e dönüş yolculuğu başlıyor. Geldiğimiz yön olan Elmalı tarafına tekerleri çeviriyoruz. Hoşçakal Bernard ve Şükriye. Avlan beline tırmanmaya başladığımızda, Bey Dağlarının güney-batı yamacında yer alan Arif köyüne gelince Arykanda antik şehir tabelasından sağa giriş yapıyoruz.Yaklaşık 1 km sonra, dağ kovuğu arasına gizlenmiş olan Arykanda antik kenti karşımızda beliriveriyor.Arykanda “yüksek kayalığın yanındaki yer” olarak bilinir. Elde edilen buluntulara göre İÖ 11. binin başlarından itibaren iskân edilmiş. Buluntusuz ve belgesiz uzun bir karanlık dönemden sonra kent, kalıntı ve buluntularıyla İÖ 5. yüzyıldan itibaren kesintisiz bir yerleşime tanık olmuş. Antik yazarların bazılarınca ahalisi tembellik ve sefahate düşkünlükleriyle tanınıyor. Bu yüzden olsa gerek tarihin hiçbir döneminde politik, ekonomik ve askeri açıdan ön planda olmamış.

Likya birliğinde üç oy hakkına sahip Xanthos, Tlos, Patara, Pınara, Myra, Olympos kentlerinin arasında olmadığı gibi, iki oy hakkına sahip ve birliğe daha sonra katılan Kibyra, Boubon, Geonoanda, Balboura arasında da yer almamış. Sürekli olarak tek oyla temsil edilmiş.Yaklaşık bir saatlik zaman diliminde gezebilirsiniz Arykanda’yı. Tamamen sırtını Bey Dağlarına dayamış ve biz gezginlerin şehrin sırları öğrenmemiz için bekliyor sanki. Son yıllarda adından sıkça bahsettirir oldu Arykanda. Arif Köyü'nün insanları dört bin yıllık antik kentte Köçekçe ile Carmina Burana'nın buluşmasına tanık oluyor birkaç yıldır. Vivaldi’nin Mevsimler senfonisini dinleyerek. Son yıllarda Arykanda antik tiyatroda bu tür etkinlikler düzenlenmektedir.

Bey Dağları geniş bir mozaikle karşımıza çıkıyor bu gezimizde.Birde hiç bahsetmediğim bitki örtüsü.Her renkten çiçeğe rastlamanız mümkün.Tabiat koruma planı içine alınmışlar.

Elmalı ilçesine yaklaşmak üzereyiz, Tekeköyü girişinden sapıp Horasanlı Abdal Musa Türbesini ziyaret edeceğiz. Anadolu'nun ünlü erenlerinden ve ermişlerinden olan Abdal Musa Sultan, aynı zamanda ünlü bir ozan ve düşünürdür. Aslen Horasan'lı dır.Azerbaycan'ın Hoy kasabasına gelmiş ve bir süre orada yaşamış olduğundan, "Hoylu'' olarak tanınmıştır. Hacı Bektaş Veli'nin amcası Haydar Ata'nın oğlu, Hasan Gazi'nin oğludur.Abdal Musa Sultan, Horasan Erenlerinden ve Hz.Peygamber soyundandır.14.yy. da yaşadığı ve Osmanlıların Bursa'yı fethi yıllarında Orhan Bey'in askerleriyle savaşlara katıldığı ve büyük yararlıklar gösterdiği tarihi kaynaklarda yazılıdır. Hacı Bektaş Veli'nin önde gelen halifelerindendir. Payesi sultanlık, mertebesi "Abdallık". Pir evindeki hizmet postu ise, "Ayakçı Postu''dur. Bu post Bektaşi tarikatındaki on iki posttan on birincisi olup, diğer adı ''Abdal Musa Sultan Postu"dur. Ayakçılık, Abdallık mertebesidir. Elmalı ilçesinin Tekke köyündeki dergahı, ilk Bektaşilerin dört büyük "Asitanei Bektaşiyan" dan biridir. Ancak, Anadolu'nun inanç coğrafyasında seçkin bir yeri, etkin bir gücü olan Abdal Musa Sultan adına daha bir çok yerde makam ve mezarlar yapılmıştır. Türkmen ve Yörüklerin yoğun bulunduğu Elmalı yöresinde tekkesini kurmuştur.

Abdal Musa Sultan, Elmalı ilçesinin Teke köyünde kurduğu tekkesinde sayısız kişileri irşad etmiş (uyarmış) ve bunlar arasında büyük ozanlar yetişmiştir. Bunların en ünlüsü de, Alevi-Bektaşi edebiyatın abidelerinden sayılan Kaygusuz Abdal'dır. Onunla ilgili olarak Abdal Musa Sultan Velayetnamesi'nde konu edilen söylenceyi şöyledir:
''Alaiye reyinin oğlu Gaybi, Abdal Musa'ya derviş olup, Kaygusuz adını alınca, babası oğlunu kurtarmak ister. Tekke Beyi'nin yardımını talep eder. Tekke Beyi'de Kılağılı İsa adlı pehlivan yiğidini Abdal Musa'nın tekkesine yollar. İsa, dergaha varır ve kapıya gelince: Çağırın bana Abdal Musa'yı diye gürler. Ancak, atı ürker ve İsa'yı sırtından atar, sürükleyerek parçalar. Tekke beyi bu olaya çok sinirlenir ve ordusuyla harekete geçer. Abdal Musa Sultan'ı yakmak öbek öbek odunlar yığılır. Ateşler tutuşturulur. Abdal Musa Sultan'da üç yüz kadar müridi ile semah ederek yola koyulur... Bu öyle bir geliş ki, onlarla birlikte dağlar, ağaçlar, kayalar da beraber yürür. Dervişler bir gülbank çekip ateşe girer. Ateş onları yakmaz, onlar ateşi söndürürler. Bu manzarayı gören Kaygusuz'un babası, duruma hayranlıkla bakar, Abdal Musa'nın ellerini öper ve geriye döner. Kaygusuz bu dergahta kırk yıl hizmet eder. Antalya, Elmalı ilçesine bağlı Tekke köyündeki türbesi, 14. yy.'da Selçuklu mimarisi örneğinde yapılmıştır.

Tekke hakkında en önemli bilgiyi 17 yy. da burayı ziyaret eden ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde vermiştir. Bu bilgilere göre tekkenin kubbesindeki altın alem, beş saatlik yerden görülüyormuş. Abdal Musa Sultan sandukası baş ucunda seyyid olduğunu gösteren yeşil imamesi durur. Tekkenin etrafında bağ ve bahçeler uzanır, Misafirhaneler, kiler, mutfak meydanlar gibi bir çok ek binalar var.Mutfakta kırk derviş hizmet eder. Meydanın dışında ayrıca büyük bir misafirhane bulunur ki, üstü konak, altı ise iki yüz at alacak kadar büyük bir ahırdır. Misafir hiç eksik olmaz.Tekke yapıldığı günden beri mutfağında hiç ateş sönmemiştir. Tekkenin çok zengin vakıfları vardır. On binden fazla koyunu, bin camuzu, binlerce devesi ve katın, yedi değirmeni ve daha birçok varlığı ile üç yüz elli yıl önceki Abdal Musa Sultan tekkesinin çok büyük zenginliklere sahip bir kurum olduğunu belirtiyor Evliya Çelebi.

Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra dağıtılan tekkeler arasında Abdal Musa Sultan tekkesi de nasibini almıştır. 1829'da hükümetçe gönderilen memurlar tarafından, dergahta mevcut bütün eşyalar ve binlerce canlı hayvan satılıp defteri İstanbul'a gönderilmiştir. Bu hal tekkelerin 1925'de kapanmasına kadar yaşanmıştır. Değişik dönemlerde onarım gören Tekke, zaman içinde yıkılmış, günümüzde ise sadece Abdal Musa Sultan türbesi kalmıştır.

Türbede, Abdal Musa, annesi, babası, kız kardeşi ile Kaygusuz Abdal'ın kabirleri bulunmaktadır.Her zaman ziyarete açık olan bu mekanı gezmenizi öneririm.Büyüleyici bir havası olduğu kesin. Bey Dağları'nda bulunan arkeolojik kalıntıların keşfi 1997'den beri Akdeniz Üniversitesi'nin organize ettiği uluslararası bir ekiple araştırılmaktadır. Trebenna, Neapolis, Kelbessos, Onobara, Typallia, Kithanaura gibi pek çok antik kent ve yüzlerce antik çiftlik ve garnizon tespit edilmiş ve sırasıyla gün yüzüne çıkartılıp yayınlanmaktadır. Bey Dağları kalıntıları doğu Likya medeniyeti ve kültür bölgelerini kapsar.

Farklı rotalarda tekrar buluşmak üzere.

Hepiniz Sevgiyle kalın.

Melih Eriş

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz

MELİH ERİŞ GEZİLERİ



MELİH ERİŞ VINTAGE




GEZGİNİN SEYİR DEFTERİ
GRUBUMUZ





FACEBOOK SAYFAMIZ


TÜRK MÜHRÜ PROJEMİZ

 

Takvim
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Site Haritası