İnsan kısa sürede neleri keşfedebilir? Yol aldıkça kendini, kültürünü, unuttuklarını,
belki de sadece keşfetmenin hazzını...
Eğer kendini arıyorsan yönünü dağlara çevir, dağlarda gözlerini kapat, kulaklarınla
gör. Ağaçların fısıltılarını, böceklerin seslerini dinle. Binlerce yıllık uygarlıkların izini sür.
Keşif yolculuğu için yoldan çıkmaya hazır ol!
Melih Eriş
.................................................
LİKYA YOLU BİR AYRICALIKTIR
Likya Yolu’nun en güzel etaplarından birine başlayacaktım. Sabah yeniden aynı yolu yürüyerek ilk Letoon antik kentine geldim. Bu sefer iki misafirim daha vardı yanımda, işletme sahibinin köpekleri peşimi bırakmadan onca yolu yürüyerek geldiler benimle. Kumluova’da çay molası verdiğim sırada köpeklerin sahibi gelip yanımdan aldı ben de yoluma devam edebildim.
Yolum 8 km sonraki Kınık kasabası içinden ve Eşen çayı üzerinden geçerek Xanthos antik şehrine doğru gidiyor. Likya medeniyetinin dini ve idari merkezi konumunda olmuş Xanthos. İlk kazı çalışması bu kentte yapılmıştır. Likya şehirleri bu yol üzerinde birbiri ardına kurulmuşlar.
Xanthos antik kentinde de çok fazla kazı çalışması yapılmamış, ama oldukça geniş bir alana dağılmış. Daha önce görme fırsatım olmadığı için bu antik kenti gezmekten keyif alıyorum. Artık deniz tarafından iyice uzaklaştım. Xanthos’tan çıktıktan 1 km sonra Fethiye-Kaş karayolunun karşısına geçerek çam ağaçları arasından ilerleyerek Çavdır yönünü takip ediyorum. Çavdır karayolundan 4 km kadar içerde, burayı yürüyerek aştıktan sonra köy içindeki sapak beni sağ yöndeki dağ yollarına yönlenmemi sağlıyor. Bir yerde su molası için durduğumda, ufak bir çocuk yanıma gelip “annem sizi çay içmeye çağırıyor” diyor. Ben de kırmadım ve konuksever köy evine misafir oluyorum. Yöre ve yol hakkında bilgi aldıktan sonra Akbel’e kadar olan 18 km lik yürüyüş yolculuğum başlıyor. Hava oldukça uygun sıcaklık zorlamıyor. Yolum sürekli dağ sırtlarından geçit veriyor. Biraz ilerledikten sonra mezarlık çıkıyor karşıma, sol tarafımızda antik su arkını görebiliyorum. Yolum mezarlığın içinden sağa kıvrılarak devam ediyor. Zeytin ağaçlarının arasından giden yol su arkını da yanına devam ediyor. Bir yerde oldukça yüksek olan Roma döneminden kalma büyük bir su arkının üzerinden geçip Çayköy’e geliyorum.
Binlerce yıllık su arkı halen bu köyde kullanılmaktadır. Bölgedeki tarihsel süreçlilik insanı gerçekten etkiliyor. Yol ilerledikçe bir vadinin derinliklerine doğru gidiyorum, artık deniz çok uzaklarda kalmıştı. Sanki bir anda zakkum ormanına girmiş gibi oldum. Yanı başımda akan suyu takip ederek suyun gözüne doğru yol alıyorum. Zaman zaman karayoluna bağlanıyorum. Yolun en sıkıcı kısmı da karayolundaki yürüyüşler oluyor. Geçtiğim yerlerde bir çok Likya kalıntıları var.
Bu yol yürüyüş için hazırlanırken tamamen Likya medeniyetlerini birbirine bağlayan yollar bulunmaya çalışılmış. Bastığım taşların bazılarında gerçekten tarih yatmakta. Yürüyüş esnasında bazı aksaklıklarla karşılaşıyorum. İnpınar köyüne yaklaştığım esnada Likya yolunun geçtiği yere orman yolu açılmış böylece yol işaretleri kaybolmuş ve hangi yöne gideceğinizi bilemiyorsunuz. Tam böyle bir tepeyi aştığımda üç olasılık belirdi karşımda hangi yön? İşaret kaybolmuştu. Giden yolların hepsi de uygun görünüyordu gözüme. Tam o sırada hiç olmadık bir şekilde dağ başında bir köylüyle karşılaşınca “Tanrı’nın yardım eli” geldiğini hissettim. Bana yolu gösterdi. O olmasaydı yolu bulmam bir mucize olacaktı. Biraz zaman kaybından sonra çam ağaçları arasında ormana doğru yoluma devam ettim. Sürekli bir tırmanma hali bana Kalkan’a yaklaştığım hissini veriyordu. Kalkan’ın sarp bir yamacın altına kurulmuş bir kasaba olduğunu biliyordum. Tüm gün yol almıştım, Yol üzerindeki köy evlerindeki molalar bana iyi geliyordu.
Üzümlü köyüne geldiğimde bir köy kahvesinde soluklandım. Durumum biraz perişan olacak ki bir köylü yaklaştı yanıma birer çay ısmarladı. Sohbet falan derken “Akbel’e daha 5 km var istersen motorumla bırakayım, oradan da Kalkan’a inersin” teklif güzeldi, zaten hava da kararıyordu. Beni Akbel’e kadar götürdü. Bu düşüncemi de gidermiş oldum. Akbel, Antalya-Fethiye karayolu üzerinde hemen her ihtiyacınızı giderebileceğiniz bir yerleşim birimidir. Likya Yolu Akbel’de ikiye ayrılır. Bir yol asfaltı takip ederek Kalkan’a inerken, diğer yolda tepelerin arasından Patara’ya doğru uzanır. Akşam saatleri olduğu için Kalkan’a inip bu akşamı burada geçirecektim. Limanda buz gibi bir biraya hayır diyemezdim. Liman manzarası eşliğinde biraz sakinlik iyi gelmişti... Kalkan’da kamping olmadığı için o gece pansiyonda konaklama yapıyorum.
Bugünkü rotam oldukça zorlu görünüyordu. Dolmuşa binip Akbel’e geldim ve buradan Patara’ya uzanan yola başladım. Haritadan Likya Yolunu incelediğimde Patara için iki seçenek gösteriyordu. Akbel’den caminin arkasında evler arasından geçen yolda, geçen yılarda çıkan yangının izlerini görebiliyordum. Muhteşem Delikemere az kalmıştı, yol burada ikiye ayrılıyordu. Bu antik suyolunun ayakta kalan en önemli bölümü olan Delikemer, gerçekten şaşırtıcı bir yapıya sahip. Yolum kemerin üzerinden geçiyor ve yıllardır ayakta sapasağlam duran bu yapının her taşındaki emeğe saygı duyarak ilerliyorum.
Deniz tarafından giden rotayı seçerek yola devam ettim. Ayakkabılarımda sorun olmaya başladı arkası vuruyor. Dayanılmaz hale geldi ve çıkardım, yedek ayakkabım da yok. Tokyolarımı giyerek yola devam ettim. "Tokyoyla Likya yolunda yürüyen adam” başlık güzeldi. Likyalılar da bu yolları sandaletlerle aşmamışlar mıydı? Çok zorlu bir yol seçtiğim saatler geçtikçe anlamaya başladım. Haritadan bakarsanız tamamen burnu dönüyorduk. Karşımda sert tırmanışlı kayalıklar belirmişti, suyum da bitmişti. Buralarda su bulmak oldukça zor. Olacak iş mi bu? Ormanın ortasında bir ev ve yaşayan da var. Tanrı susuzluğumu gidererek gene yardım etmişti.
Bir çok mücadele sonrasında, bir çok tepe ve dağ aştıktan sonra, sonunda bir dağın zirvesinden Patara kumsalı görünmeye başlıyor ve artık iniş zamanı. İniş de kolay olmuyor en az 4 km kadar yürüyerek tam Likya medeniyeti şehirlerinden olan Patara antik kentinin merkezine iniyor ve ilk karşılaşılan kalıntılar anıt mezarlar oluyor. Buralar çevre koruma tarafından doğal sit alanı olarak ilan edilmiş durumda. Yapılaşma yok. Antik kent geniş bir alana dağılmış durumda, kazı çalışması pek fazla yapılmadığı için kendi haline bırakılmış bu güzellikler. Buradan yürüyerek Patara köyünün merkezine doğru geliyorum. Yorgunum ve duş iyi gelecek. Yolda gördüğüm ilk otele gitiyorum. Letoon otel, İzmir’li bir aile işletiyor ve yemekleri de leziz.
Likya Yolundaki yürüyüşümün ikinci etabını Patara’da noktalıyorum. Bugün buradaki güzellikleri gezip, Patara’nın kumsalında uzun yürüyüş yapıp kendimi Akdeniz’in ılık sularına bırakıyorum. Kumsal çevre koruma denetimi altında ve sabah 08.00 akşam 19.00 arasında giriş izni veriyorlar. Diğer zamanlar ise caretta carettalara (su kaplumbağaları) ait.
Altı günde yaklaşık 130 kmlik bir yürüyüş gerçekleştirebiliyorum. Dağları aşarak geldiğim bu nokta sonraki yürüyüş içinde eksikliklerimi görmeme ve plan yapmama sebep oluyor. Kararlıyım. Likya Yolunun tamamını yürümeyi planlıyorum..
Bu yürüyüşte üç önemli durumu gözlemledim. Çok iyi yürüyüş ayakkabısı, kondisyonun iyi olması ve en az yük.
Binaların arasından çıkıp dağda birkaç gün de olsa özgürce dolaşmak isteyenlere duyurulur.
Farklı rotalarda buluşmak üzere
Hepiniz sevgiyle kalın.
Melih Eriş